Çözmeyi sevdim ancak sevmeyi çözemedim hiçbir zaman. En muallak anlarda kalbimden mideme hızla atılan okların acısını bilemedim ben. Oyuncağını kaybetmiş çocuk misali bağıran aklımdan şüphe etmeyi beceremedim. Yanağımdan göğsüme damlayan hislerimi anlayamadım çoğu zaman. Gözlerimle sarılırdım insanlara, anlamazlardı.. Gözlerimde ne hülyalar dans ederdi göremezdim.
En yakına uzakken en uzağa yakın olmanın acısını kurguladım
hayalhanemde. İnsandım, acı çekerdim. İnsandım, acıyı severdim. Bir nağme
çınladı penceremden içeri ansızın. “Anla” diyordu, anla ki acının anlamı olsun.
Sezerdim insanları, sezerdim insanlığı. Dilerdim ki merak
etsin ve kucaklasın havsalamdan sızan mana ışınlarını. Merak etsin ve ben de
ona diyeyim “Senim ve bensin!”. Ama ilkel duygularının esiri olmuş ruhlar
insanlığı görmezlerdi, insanlığı sevmezlerdi. İnsansa kendilerinden ibaret
değil miydi?
Her arayışta siyaha boyandı aynamın bir tarafı. Arayışlarım
ben’imi dallarına mı hapsetmişti ne? Benden uzak kaldım zannıyla ben’de tutsak
kalmıştım. Nerede bütün renkler, nerede bütün insanlar, nerede ben’i sevenler?
Ve ben, neredesin?
Acı mı demiştim? Acıyı ben hiç görmemişim. Acı ki uyurken
yanmak, yanmadan ölmekmiş. Gündüzleri yıldızların hayalini kurarken güneşi
ülfete kilitlemekmiş.
Renge perestti ben. Renklerin sahibini bilmezdi ben.
Renge perestti ben. Renklerin sahibini bilmezdi ben.
Gölgeydi ben. Ve Güneş’İ küçümserdi ben.
İnsanlar bıraktılar tek tek beni yalnızlık dehlizinde.
Yalnızlık dehlizi soğuk ve karanlık. Karanlık ve siyah… Karanlık kapladı her
yanımı, acizlik kesti ben’in dallarını, hiçlik öğretti Güneş’i ve aydınlığı.
Elhasıl hiçlikle tanıdım nihayetsiz acıyı, hiçlikle anladım mutlak yaratıcıyı…